Kitap: Kitap Hırsızı
Orijinal adı: The Book Thief
Yazar: Markus Zusak
Yayıncı: Martı Yayınları
Sayfa Sayısı: 574
Baskı Yılı: Aralık 2012
Yazar Hakkında
23 Haziran 1975 doğumlu Markus Zusak (Markus Frank Zusak), Avustralyalıdır. Akıcı bir anlatıma sahip olmakla beraber olayları betimlemesi okura adeta birebir o dünyanın içindeymiş gibi hissettiriyor. Sayfalar okuru adeta sürüklüyor. Ödüllü yazarın bu kitabı ayrıca filme de çevrilmiştir.
Giriş
Bu kitap savaşın insan hayatı üzerindeki etkilerini çok etkileyici bir dil ile başarılı bir şekilde anlatmıştır. Diğer kitaplardan küçük bir farklılıkla anlatıcısı Azrail’dir. Yani ölüm meleğinin ağzından anlatılmaktadır olaylar. Akıcı ve açık anlatımı ile soluksuz okunabilecek bir kitaptır. Bu kitabı neden okumalıyım diye sorarsanız; dilimizden kolaylıkla dökülen savaş, ölüm, acı gibi birçok kelimenin aslında kolaylıkla söylenemeyecek şeyler olduğunu derinden hissettirerek öğretiyor. Olayları adeta oradaymış gibi iliklerinize kadar hissedebilirsiniz. II. Dünya Savaşı dönemindeki Almanya’yı ve orada yaşananları farklı bakış açıcıyla anlatan bu kitap üzerinizde oldukça büyük bir etki bırakacak.
II. Dünya Savaşı Dönemi
II. Dünya Savaşı ciddi sayıda insani kayıpların olduğu bir savaştır. Tahmini kayıp yaklaşık 35 milyondur. Bu savaşta birçok millet yer almıştır. Almanya’nın Polonya’yı işgali ile başlayan savaşın devamında İngiltere ve Fransa Almanya’ya savaş ilan ederek bu işgale karşılık vermiştir. II. Dünya Savaşı, ABD ve Sovyetler Birliği’nin çatışmadan dünyanın eski büyük güçlerinden çok daha güçlü olarak çıktıkları iki kutuplu bir dünya yarattı.[1] Savaşın sonunda atom bombası önemli bir şeyi başlatmıştı: Nükleer çağ.
II. Dünya Savaşı (1939-1945) sık sık Hitler’in savaşı olarak anılır. Böyle bir açıklama doğru olmakla birlikte fazla basittir. II. Dünya Savaşı aynı zamanda eski bir problemin devamı, 1918’de Avrupa’nın hegemonyasına son veren Cihan Harbi’nin ikinci perdesiydi.[2]
Analizini yaptığım bu kitaptan da göreceğiz ancak bu zaten herkesin bildiği bir şeydir ki Hitler zaten bir savaş istiyordu. Ancak istediği böyle bir savaş değildi. Onun istediği yıldırım savaşı anlamına gelen “blitzkrieg” idi. Yani Hitler aslında kısa ve hızlı bir savaş istiyordu. Ancak bu yaklaşık 6 yıl süren ve çok büyük insanı kayıpları olan, üstelik Hitler’in istediği gibi de sonuçlanmayan bir savaş olmuştu. Kaldı ki emellerine ulaşamayan Hitler teslim olmaktansa ölmeyi tercih ederek 30 Nisan 1945’te intihar etmiştir.
Savaşa giden yola biraz göz atacak olursak; Naziler 1933’te iktidara gelmişti. Hitler bir yıl sonra gizlice Almanya’yı silahlandırmaya başlamıştı bile. Gizlice yaptığı cephane üretimi, silahlanma girişimi beraberinde askeri ve ekonomik bir büyüme de getiriyordu. Hitler’in amaçlarından en önemlisi Versay’ın ağır hükümlerini hafifletmek, güç kazanmak ve Almanya’yı düşlediği güçlü devlet haline getirmekti. Nazi Almanyasının Versay’a yönelttiği ilk hareketlerden biri 1934 yılında Avusturya’yı ilhak etme (Anschluss) teşebbüsü olmuştur.[3]
Tamamen safkan bir ırk yaratma düşüncesi olan Hitler’in yapacağı en büyük diğer girişim ise Yahudileri yok etmekti. Bunun arkasını Almanların yaşadığı tüm toprakları kendi bünyesine katmak ardından da dünyanın en güçlüsü olmak gelecekti. İşte bu istekler savaşa giden yolda aslında her şeyin sebebi olan hayallerdi. Hitler’in bu başarısızlıkla sonuçlanan hayallerinin ise insanların hayatına nasıl dokunduğunu, onlara neler hissettirdiğini bambaşka bir açıyla ele almış Kitap Hırsızı.
Devrimci hareketlerin 1930’larda bozguna uğraması milliyetçiliğin, ırkçılığın ve militarizmin hâkimiyeti; barbarlığa dönüş demekti. Yahudi karşıtlığı, Nazizm’e ideolojik çerçevesini kazandırdı.[4] 1939’a gelindiğinde ise Hitler’in toplama kamplarında yaklaşık 150.000 kişinin tutulduğu bilinmekteydi.
Analiz
Bizzat Azrail’in ağzından anlatılan olaylarımızın başkahramanı olan Liesel ve küçük kardeşi bir aile tarafından evlat edinilecektir. Tren yolculuğu sırasında hastalanarak ölen kardeşini yolculuk sonrası bir rahip ve iki mezar kazıcı ile gömerler. Mezar kazıcının birinden yere düşen siyah kitabı fark eden Liesel, kimseye fark ettirmeden bu kitabı alır. Kahramanımızın kitap hırsızlığının ilk başladığı nokta işte burasıdır.
Molching kasabasındaki Himmel sokağında yaşayan bir ailenin yanına yerleştirilir Liesel. Eğer ölmeseydi kardeşi de onunla olacaktı. Şimdi ise hem annesi hem de kardeşi yanında değildi. Artık yeni bir ailesi vardı.
Sık sık kabuslar gören Liesel en çok da annesini ve kardeşini görmektedir. Üvey babasının daima yanında olmasıyla beraber kolaylıkla atlatır bunları. Liesel’ın üvey annesi insanların yıkanacak çamaşırlarını toplar, temizler, tekrar geri dağıtır. Bir süre sonra çamaşır toplama ve dağıtma görevi Liesel’a kalır. Bu süre zarfında Liesel arkadaşlar da edinmiştir. Bunlardan biri sürekli beraber furbol oynadığı ve zaman geçirdiği Rudy’dir. Aralarında derin ve güçlü bir dostluk gelişmiştir. İddiaya girdikleri bir gün eğer Rudy kazanırsa Liesel’ı öpecekti ve kaybederse Liesel bir daha kaleye geçmeyecekti. Beraber biten yarış sonucunda Liesel Rudy’nin öpmesine izin vermez. Rudy ise adeta yaşanacakları bilirmişçesine bir gün onu öpmek için öleceğini söyler…
Okul dönemi başladığında Liesel sıkıntılar yaşamaya başlar. Yaşıtlarına göre oldukça geride olan Liesel okumakta güçlük çekmektedir. Tesadüfen babasının eline geçen siyah defter Liesel için kardeşinin ölümünü hatırlatan acı bir anıdan ibaretken o gece her şey değişir. Kitabın adının Mezar Kazıcının El Kitabı olduğunu öğrenir. O geceden sonra üvey babası bu kitabı ona okumaya başlar. Bu çalışmalar ayrıca Liesel’a okumayı öğretmeye başlamasının da temelini oluşturur.
Hitler’in doğum gününde sokakta kutlama yapmak için şenlik ateşi yakılır. Yakılmak istenen gazete, dergi, kitap vb şeyler bu ateşe atılır. Ateşten geriye yanmamış olarak üç kitap kalır ve Liesel’ın bunlardan sadece bir tanesi alacak vakti vardır. Kitabı alıp adını bile okuyamadan oradan uzaklaşır. İşte bu onun çaldığı ikinci kitaptır. Sonradan kitabın adını okur: Omuz Silkiş.
Çamaşır toplamaya devam eden Liesel valinin de evine gidip onların çamaşırlarını almaktadır. Şenlik ateşi esnasındaki olaya şahit olan valinin eşi Liesel’ı kendi kütüphanesi ile tanıştırır. Bu kadar çok kitabı bir arada görmenin mutluluğunu ve şaşkınlığını bir arada yaşayan Liesel bu eve gelip gittikçe kütüphanede vakit geçirir. Ta ki valinin eşi artık çamaşırları yıkatmayı bırakana dek… Liesel bu duruma oldukça öfkelenir.
Tüm olaylar olurken artık Nazi Almanyası’nın ortasında tehlikeli bir girişimi başlamıştı Liesel’ın üvey babasının. Yahudilerin toplama kamplarına götürüldüğü, katledildiği, istenmediği ve onlarla konuşanların dahi cezalandırıldığı bir dönemde üvey babası Hans, evlerinin bodrumunda Max isimli Yahudi bir genci saklamaya başlar. Max’in babası I. Dünya Savaşı sırasında Hans’ın hayatını kurtarmıştır ancak kendisi bu savaşta ölmüştür. Duyduğu minnetle savaştan sonra arkadaşının ailesine giderek bir şeye ihtiyaçları olduğunda mutlaka onu aramalarını bildirir. Yıllar sonra yeni bir savaşla beraber artık Yahudiler ciddi bir tehdit altındadır ve annesi ona gitmesini söyler. Saklanmak üzere Hans’ın evine gelen Max uzun bir süre burada saklanacaktır.
Liesel ve Max arasında bir dostluk başlar çünkü oldukça ortak yönleri vardır. En önemlisi, ikisinin de kabuslar görmeleri ve ailelerini kaybetmiş olmalarıdır. Max’in hastalanarak günlerce bodrumda kendini bilmez halde yattığı dönemlerde Liesel ona uyandığında bulması için küçük hediyeler bırakır.
Liesel ve Rudy bir gün hırsızlık için valinin evine girmeye karar verirler. Çalacakları şey ise bir kitaptır. Valinin eşi bu durumun farkında olsa da bir şey demez ve hatta pencereyi rahatlıkla girmeleri için açık bırakır.
Devam eden savaş günlerinde ise askerler evleri bir bir gezerek bodrumların sığınak amaçlı kullanmaya uygun olup olmadıklarını kontrol ederler. Bunu sokakta erken fark eden Liesel koşarak eve gider ve ailesine haber verir. Max’i saklarlar ve asker kontrolünü rahatlıkla atlatırlar. Kontrol sonrası ise bu bodrumun sığınak olarak kullanılmaya uygun olmadığına karar verilince siren sesleri duyulduğunda gidecekleri bodrum onlara gösterilir. Günün birinde su siren sesleri duyulur ve Max hariç herkes bu sığınakta toplanır. Liesel ise Max’i düşünmekten kendini alamaz çünkü dostu için bir hayli endişelenmektedir. Çocukların korkudan bağırdığı bodrumun tedirgin havasını biraz hafifletmek için Liesel yüksek sesle kitap okumaya başlar. Bir anda herkes sesini keser ve onu dinler. Savaşın zarar verme riski azaldığında herkes evine döner ve henüz kimsede bir hasar yoktur.
Toplama kampına götürülen Yahudiler Himmel sokağından geçerken içlerinden bir tanesi aniden yere düşer. Bu duruma fazla üzülen Hans dayanamayarak onun yanına gider ve ona ekmek verir. Askerlerden aldığı tepki ile hiçbir şey yapamaz. Bu durum ise evdeki Yahudi dostları için ayrı bir tehlike oluşturur çünkü artık tüm dikkatler üzerine çekilmişti. Max daha fazla orada kalamazdı çünkü bu çok tehlikeli olurdu. Bunun üzere Max artık oradan ayrılır. Hans ise yoldaki Yahudi ‘e yardım etmenin cezasını yeniden askere çağırılarak öder. Bacağı kırılana dek bu görevi yapar ancak bacağının kırılması ile birlikte artık askerlik için uygun olmadığı gerekçesi ile evine geri gönderilir.
Sokaktan toplama kampına götürülen Yahudileri gören Liesel onlar arasında sürekli Max’i arar. Bir gün aradığı kişiyi görür gözleri, Max toplama kampına giden Yahudiler arasındadır. Askerler fark edene kadar Max ile yürüyüp sohbet eden Liesel, askerler tarafından fark edildiğinde çok şiddetli tepkiler alır. Öyle ki kendine gelmesi, yataktan çıkması üç gün sürer. Kendine geldiği gibi Rudy’nin yanına giderek ona her şeyi anlatır ve bir sır olarak saklamasını ister. İlerleyen süreçte ise tek başına valinin evine gider, bir kitabı paramparça ettikten sonra valinin eşine son gelişi olduğuna dair bir teşekkür mektubu bırakarak oradan ayrılır. Mektuptan etkilenen kadın ise Liesel’ın evini bulup onunla konuşur ve yazdıklarından etkilendiğini, belki yazmak isteyebileceğini söyleyerek ona bir defter hediye eder. Bu defter ile Liesel yazmaya başlar ve gece evdekiler uyduktan sonra bodruma inerek orada yazılarını yazar. Liesel yazdığı kitabını bitirmiştir sonunda ancak birden sirenler çalmaya başlar ve Himmel sokağı yerle bir olur. Bu saldırıdan yalnızca bodrumdaki Liesel sağ kurtulur. Yerde Rudy’nin cansız bedenini görünce ona uyanması için yalvarsa da bir tepki alamaz. Onu sevdiğini söylerek öper ve ardından annesini uyandırmaya çalışır. Ancak hepsi boşunadır. Yazdığı kitabı elinden düşüren Liesel, babasının akordeonuna sarılarak oradan uzaklaştırılır. Bir zaman sonra ise Max ile birbirlerini bulurlar ancak hayatları çoktan paramparça olmuştur bile.
Sonuç
Savaşın insan hayatını, düşüncelerini, duygularını nasıl etkilediğini ve değiştirdiğini büyük bir ustalıkla anlatmış yazar. Sırf Yahudi olduğu için suçlu olan bir “insan” söz konusuydu. Sırf bir Yahudi’ye yardım ettiği için cezalandırılan bir “insan” söz konusuydu. Sırf bir Yahudi ile dost olduğu için üç gün yataktan çıkamayacak kadar şiddet gören bir “insan” söz konusuydu. Aslında buradaki söz konusu sadece insandı. Din, dil ya da ırk değil. Sadece insan… Bazı kişiler yalnızca emellerini düşünür ve gerçekleşmesi için savaş gerekirse savaşır. Ama kimse insani boyutunu düşünemez. Bir kez ölenin tekrar geri gelmediğini, küçük bir kızın belki ilk aşkının ölümünün zorluğunu, yakın bir dostunun toplama kampına götürülmesini şiddet içerikli eylemlere maruz kalarak izlemesini… Evet, işin bu boyutunu kimse düşünemez. Çünkü bazı emeller insanın kalbini köreltir. Ve insanoğlunun yüreği onu terk ettiği zaman o artık sadece Azrail’in ruhunu almasını beklerken nefes alıp veren bir canlıya dönüşür.
Kitaptan küçük ama çok büyük anlamlar içeren bir alıntı ile tamamlamak istiyorum analizimi:
“27 Temmuz 1943
Michael Holtzpfel gömüldü ve kitap hırsızı onun yanında kitap okudu. Müttefikler Hamburg’u bombalamıştı ve konu açılmışken, biraz mucizevi olmam büyük şanstı. 45.000’e yakın insanı başka kimse o kadar kısa sürede taşıyamazdı. Bir milyon insan yılında bile.”[5]
Kaynakça
Nye, Joseph S. – Welch, David A., Küresel Çatışmayı ve İşbirliğini Anlamak, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Üçüncü Basım, İstanbul, 2013
Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Yayınevi, Genişletilmiş 11. Baskı, İstanbul, 1999
Faulkner, Neil, Marksist Dünya Tarihi, Yordam Kitap, Birinci Basım, İstanbul, 2014.
Zusak, Markus, Kitap Hırsızı, Martı Yayıncılık, Birinci Baskı, İstanbul, 2012
DİPNOTLAR
[1] Joseph S. Nye, Jr & David A. Welch, Küresel Çatışmayı ve İşbirliğini Anlamak, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 3. Baskı, syf.163
[2] Joseph S. Nye, Jr & David A. Welch, Küresel Çatışmayı ve İşbirliğini Anlamak, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 3. Baskı, syf.163
[3] Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkım Yayınevi, Genişletilmiş 11. Baskı, syf.229
[4] Neil Faulkner, Marksist Dünya Tarihi, Yordam Kitap, 1. Baskı, syf.321
[5] Markus Zusak: Kitap Hırsızı, Martı Yayıncılık, 1. Baskı, syf. 529