Fırat Kalkanı Operasyonu 6. ayına girdi, PKK’ye karşı savaş 30 yılı geçti. Devam eden bu iki mücadelenin dışında cumhuriyet tarihi boyunca Ağrı ve Dersim İsyanları, Kore Savaşı, Kıbrıs Harekâtı, Yugoslavya’nın bombalanması, Afganistan Savaşı, Irak Savaşı ve Libya İç Savaşı gibi büyük mücadelelere müdahil olan Türkiye; tüm bunlar boyunca ekonomik olarak iniş çıkışlar yaşadı. Fakat belki de hiçbirinde ülke ekonomisi bu kadar derinden ve uzun süreli bir yara almamıştı:
Paramız uluslararası sistemde durmadan değer kaybediyor. 2002 yılı başında dolar kuru 1,449 seviyesinde iken 2017 başında 3,545 ile başlayıp 4 lira seviyesini bile görmüştür.
Ekonomimiz uluslararası kuruluşlar tarafından uyarılıyor. “Moody’s raporu, bankalar tarafından kullandırılmış olan kredilerin geri ödenmesinde yaşanacak sorunların artarak bankaların karlılıklarının düşeceği yönünde bir öngörüde bulunuyor…Bir diğer derecelendirme kuruluşu olan Fitch de yayımladığı rapor ile Türk bankacılık sektörünün 2017 görünümünü durağandan negatife düşürdü. Gerekçelerini sıralamaya politik riskler ve bu risklere bağlı olarak gerçekleşmesini beklediği kur ve faiz oranlarındaki aşırı dalgalanmalardan başlamış.”[1]
Enflasyon oranları hedeflenenin altına düşürülemiyor. Enflasyonu hadi bugün şöyle bir karar alıp düşürüyorum diyerek de etkilemek çok mümkün değil maalesef. Son birkaç yıldır ülkemizdeki para arzındaki artış, faizin oranlarının düşük olması sonucu tüketimin artması dolayısıyla da enflasyonun artması, ithal edilmiş enflasyonun katkısı (özellikle petrol ve doğalgaz), kur artışları, dolaylı vergilerdeki artış ve tabii ki kamu harcamalarındaki faiz dışı bütçe giderlerindeki artış oranının mevcut enflasyon oranlarının neredeyse iki katında seyretmesi… Bunlar dünden bugüne olmadı, bugünden yarına da düzelecek gibi değil.Alım gücümüz gün geçtikçe azalıyor. 2003 yılının başında bir asgari ücretli 306 milyon lira maaşı ile gramı 18,30 milyon lira olan altından yaklaşık 16,70 gram alabiliyorken; 2017 yılının başında bir asgari ücretli 1777,50 lira olan maaşı ile gramı 130,91 lira olan altından yaklaşık 13,66 gram alabiliyor. Üstelik verilen maaş tutarları brüt ücretlerken bu hesaplama yapılıyor ve bu sürede altın gibi diğer her şeyin de hem mutlak hem de nispi değeri artıyor.Para ve maliye politikaları uzun zamandır fayda etmiyor.
Hükümetten beklenmedik bir hamle ile hazine bünyesinde bulunan bazı kamu sermayeli şirketler ile özelleştirme programında bulunan bazı şirketlere ait hisseler Türkiye Varlık Fonu’na devredildi. Ziraat Bankası, Türk Telekom, Türk Hava Yolları, Halkbank, PTT, Milli Piyango ve at yarışları, Borsa İstanbul, BOTAŞ, Türkiye Petrolleri, TÜRKSAT, ÇAYKUR, Eti Maden İşletmeleri; çok büyük paralar bunlar. Peki, nedir bu varlık fonu? Mahfi Eğilmez çok net açıklamış:
“Ulusal Varlık Fonları, çeşitli finansal varlıklara yatırım yaparak gelirini artırmayı hedefleyen, devletin sahipliği ve yönetimi altında çalışan fonlardır. Bu fonun geliri genellikle bütçe fazlalarından oluşur. Bir ülke eğer bütçe fazlası veriyorsa bu fazlayı 4 şekilde kullanabilir: (1) Harcamalarını artırır. (2) Mevcut vergi yükünü düşürür. (3) Borçlarını erken ödemeye tabi tutabilir. (4) Bir varlık fonu kurarak bütçe fazlalarını buraya aktarır ve bu fonla ulusal ya da yabancı bazı finansal varlıkları satın alıp gelirlerini artırmaya çalışarak gelecek kuşaklara refahı aktarma yoluna gidebilir.”[2]
Bir ülke eğer bütçe fazlası veriyorsa…
Genellikle Suudi Arabistan, Norveç veya Rusya gibi doğal kaynaklardan yüksek gelirler elde eden ve bu kaynakların bir gün tükenebileceği ihtimaliyle temkinli davranmak isteyen ülkeler bir varlık fonu oluştururlar. Bizim ülke olarak ne böyle bir doğal kaynak gelirimiz var ne de bütçe fazlamız. En yüksek vergi ödemeleri olan kurumlardan bazıları olan şirketleri fona aktararak vergiden muaf hale getirmek mevcut cari açığı azaltmanın aksine arttıracaktır. Ayrıca tüm bunlar olurken bu şirketler ve fonlar bağımsız denetime tabi olacaklar, Sayıştay denetimine değil. Üstelik fonun gelirleri açıklanmasına rağmen yasada, giderlerinin hangi alana yöneleceği konusunda hiçbir açıklama bulunmamaktadır.
Ekonomik yaralar yetmezmiş gibi Türkiye’deki tüm silahlı kuvvetlerin içinde paralel bir yapılanma olduğu başarısız bir darbe girişimi sonrası fark edilebiliyor, ülkenin dört bir yanında bombalar patlıyor (bknz. Sadece 2016’da Sultanahmet, Çankaya, Güvenpark, İstiklal Caddesi, Bursa Ulu Camii, Sur, Sancaktepe, Gaziantep İl Emniyet Müdürlüğü, Midyat İlçe Emniyet Müdürlüğü, Vezneciler, Atatürk Havalimanı, Elâzığ, Van, Bitlis, Adana, Beşiktaş, Kayseri.) eline silahı alan katliam yapabiliyor… çok büyük bedeller bunlar.
Ve biz böyle bir ortamda anayasa değişikliği ve onunla birlikte gelecek sistem değişikliği gibi çok kritik süreci yaşıyoruz ve çok yakın bir zamanda tekrar bir referanduma gidiyoruz. Herkesin bildiği gibi kampanyalar, harcamalar, vaatler, referandum masrafları… bunlar da çok büyük paralar.
Bu yazının amacı operasyonlar yapılsın ya da yapılmasın veya birileri başarılı ya da değil gibi sorulara yanıt aramak değildi. Sadece bazı konuların altının çizilmesi istenmiştir.
Tekrar söyleyelim; çok büyük paralar, çok büyük bedeller bunlar….